Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:
“Zirveye yurt içinden ve yurt dışından iştirak eden tüm ilim erbabımıza, sektör temsilcilerimize katkıları için şimdiden şükranlarımı sunuyorum. Zirve’nin ülkemiz, bölgemiz, ekonomimiz ve insanlık için hayırlara vesile olmasını rabbimden niyaz ediyorum.
Türkiye, Albaraka Zirvelerine ilk kez ev sahipliği yapıyor. İslam ekonomisine dair küresel düzeyde öngörüler, temel yapı taşları ve ihtiyaçlar temasıyla düzenlenen bu seneki zirvenin başarılı geçmesi sektörümüz açısından hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Dünyanın 75 farklı ülkesinden yaklaşık bin 500’den fazla katılımcı inşallah zirve münasebetiyle Türkiye’de misafir edeceğiz. Seçkin isimleri, yatırımcıları, yöneticileri ve uzmanları bir araya getiren zirvenin ülkemizde İslami finans ve katılım sektörünün büyümesine ivme kazandıracağına inanıyorum.
İki gün boyunca zirvede konuşulacak, tartışılacak başlıklara baktığımızda kapsamlı bir hazırlığın yapıldığını görüyoruz. İslam ekonomisinin tarihi serencamından ahlaki ilkelerine, İslami yatırım araçlarından sürdürülebilir büyümeye, kar odaklı teşebbüslerden vakıf ve zekat müessesine kadar geniş bir yelpazede belirlenen paneller, yol gösterici tartışmalara zemin olacaktır.
Doğu-batı arasında tarih boyunca ticari ve beşeri köprü vazifesi üstlenen Türkiye, finansal piyasalar arasında da aynı rolü oynamaya başladı. Geçen sene hizmete açtığımız İstanbul Finans Merkezi, bu çabalarımızın ve vizyonumuzun adeta bir sembolü oldu.
İstanbul’un finans ve İslami finans alanında büyük bir potansiyele sahip olduğunu uluslararası yatırımcılar da tasdik ediyor.
Albaraka Zirvesi, inşallah İstanbul’un bölgesel finans merkezi konumu, küresel düzeye çıkarmaya matuf çabalarımızı destekleyecektir. Zirvenin İslami-ekonomi sisteminin temel taşı olarak İslami finansın etik standartlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olacağını düşünüyorum.
Global ölçekte İslam ekonomisine yönelik hizmet ve ürün pazarlarının keşfedilmesine zirvenin yardımcı olacağı kanaatindeyim. Zirvenin şimdiden hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Son yıllarda dünyamız, köklü bir dönüşüm sürecinden geçiyor. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik, askeri ve siyasi sistemin temelleri, her yeni gelişmeyle birlikte daha şiddetli sarsılıyor.
Uluslararası sistemde denge kaybolmuş, belirsizlik artmış, istikrarsızlık ve kaos dünyanın hakim rengi haline gelmiştir. Koronavirüs salgınının yol açtığı tahribatın enkazı kaldırılmadan, Rusya-Ukrayna savaşı patlak vermiş, bunu 7 Ekim’de Gazze krizi izlemiştir.
İsrail’in yaklaşık 8 aydır tüm insanlığın gözü önünde Gazze’de işlediği toplu katliamlar, küresel düzenin acziyetini gözler önüne sermiş, mevcut kurumlara olan güveni sarsmıştır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere dünyada nizamı sağlamakla mükellef yapıların adaletsiz ve çarpık karakteri bir kez daha ortaya çıkmıştır. Açıkça ifade etmek gerekirse şu an dünyada mazlumu koruyacak, zalimi durduracak, zulmün önüne geçecek bir kurumsal mekanizma yoktur. Küresel güvenliğin teminatı olarak yıllardır bize anlatılan kurumlar, büyük bir zaaf içindedir.
Türkiye olarak uzun süredir bu duruma dikkat çekmekteyiz. Küresel sistemin tüm unsurlarıyla günümüzün gerçeklerine göre yeniden dizayn edilmesi gerektiğini söylüyoruz.
‘Dünya beşten büyüktür’ tespitimiz, sistemin değişmesine olan acil ihtiyacı göstermektedir. Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze soykırımıyla birlikte artık bu kaçınılmaz bir hal almıştır. Şunu görmek ve kabullenmek mecburiyetindeyiz: Dünyanın devasa bir köye döndüğü günümüzde sınırlar ve mesafeler bizi koruyamaz.
Afrika’da onca yeraltı kaynağına rağmen insanlar açlıktan ölüyorsa, Suriye’de, Sudan’da Yemen’de kan akmaya devam ediyorsa, Gazze’de 35 bin 600 masum insan acımasızca katlediliyorsa, medeniyetlerin beşiği Akdeniz mülteci kabristanına dönüşmüşse, her yıl binlerce umut yolcusu son nefesini çöllerde, dağlarda veriyorsa kusura bakmayın ama kimse kendimi emniyette hissedemez, gece başını yastığa rahat koyamaz.
Adaletin olmadığı yerde huzur ve barış olmaz. Güvenliğin olmadığı yerde demokrasi ve özgürlük olmaz. Küresel sistemin elitleri, bu tabloyu görmezden ve duymazdan geliyor.
İnsanlık olarak hem kendimizin hem evlatlarımızın müreffeh bir dünyada yaşamasını istiyorsak çözüm yerine sürekli sorun üreten mevcut sistemde özellikle ısrardan vazgeçmeliyiz. Bunun yerine daha dengeli, daha adilane, daha kuşatıcı bir sistemin ihdası için hep beraber el ele vermeliyiz. Karşı karşıya olduğumuz meydan okumalar, esasen hiçbirimize başka bir alternatif de bırakmıyor.
Küresel finansal mimarinin varlık gayesi aslında üretim ve refah artışına katkı yapmak olmalıdır. Varoluş gayesi üretimi, istihdamı ve değer üretimini desteklemek olan finansal sistem artık reel sektörden bağımsız ve reel sektörü sömüren bir yapıya dönüşmüştür.
Sistem, gelir ve servet adaletsizliklerini besleyerek, yapay büyümeye yol açarak, az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler üzerinde aşırı baskı oluşturuyor.
Geldiğimiz noktada küresel finans mimarisinin oldukça kırılgan bir yapıda olduğunu bugün süreci doğru okuyan herkes kabul ediyor.
Uluslararası Finans Enstitüleri’nin verilerine göre, küresel borçluluk 2024 yılı ilk çeyreğinde rekor tazeleyerek 315 trilyon dolar seviyesine ulaştı. Bu oranların bile sürdürülebilirliği şüpheliyken tahminler, borçluluğun daha da artacağına işaret ediyor.
Kronikleşen bir diğer sorun, servet ve gelir adaletinin bozulmasıdır. Öyle ki günümüzde servet eşitsizliği dünyada tarihi bakımdan en yüksek seviyesine çıktı. Dünyadaki en zengin yüzde 1’lik kesim, toplam küresel servetin neredeyse yarısına sahip.
Küresel düzeyde fakirden zengine doğru artan bir servet transferi yaşanıyor.
Zekat, sadaka, komşu açken tok yatmama, kul hakkı yememe, aldatmama, tamahkarlık yapmama gibi İslami umdeler aynı zamanda ekonomik hayatın da temel yapıtaşlarıdır. Bunların üzerine inşa edilen iktisat modelinin adı da İslam iktisadıdır.
Katılım finansın halen arzu ettiğimiz seviyenin gerisinde olduğunu itiraf etmek durumundayım. Bunda diğer sebeplerle birlikte sektörün de payı bulunuyor. Biz yastık altı denilen sistem dışı tasarruf kültürüne sahibiz. Bizim insanımız Allah göstermesin zor günlerinde muhannete muhtaç olmamak amacıyla gelirinin bir kısmını biriktirir tasarruf eder. Bunu da çoğunlukla altın ve maalesef dövizle yapar. Yastık altında döviz ve altının sahibine güven verme dışında ekonomiye aktif bir katkısının olmadığını hepimiz biliyoruz.
Yastık altı tasarrufların ekonomiye kazandırılmasını hep arzu ettik. Finans kurumlarımızı bu konuda politika geliştirmeleri için teşvik ettik, destekledik. Ama bunda tam anlamıyla muvaffak olamadık. Yastık altı altınların ekonomiye kazandırılmasında kurumlarımız toplumu ikna edici finansal ürünler geliştiremedi. Katılım finansa yönelik toplumdaki önyargılar halen kırılmadı.
Ülkemizde katılım finans, ekseriyetle dini hassasiyetlere göre tasarrufların değerlendirilmesi olarak görülüyor.
Katılım finans, ülkemizin kalkınması, ekonomisinin güçlenmesi ve finansal bağımsızlığı noktasında büyük imkanlar sunuyor. Bundan azami derecede istifade etmemiz önemlidir. Kısa vadede katılım finansın bankacılık varlıkları içindeki payını yüzde 15’e taşımayı hedefliyoruz.”
Hibya Haber Ajansı